27 Şubat 2012 Pazartesi

BA HA NE

Bahaneyse bana ne!

Herkes bir bahane arıyor, çok azımız bahanesiz toksözlülükle duygularımızı ifade edebiliyoruz, duyguları da geçtim, istekleri söyleyebiliyoruz.

Neden?

Çevrem daralmasın herkes bizi sevsin kaygısı mı?
Daralsın.

Özledim dedim, şimdi uzaklaşır mı?
Uzaklaşsın.

Ben ona sevgi dolu sarılırsam ya o kontrplak gibi durursa?
Dursun.

Kaan Sezyum'un bir lafı var, blog girişinde yazmış, en yakın dostum kendimim diye, kendin kendini kabul edip onayladıkca, kontrplak'lar sana kadife gelebilir. Etki tepki, kelimelerin gücü, giz, gizem, sır, sinyal. İnternetinde yardımı ile bir şey düşünmeye gör, çarkıfelekte acılan harfler gibi bir bir önüne açılıyor, resimler, laflar, konuşmalar.

Yerin kulağı sittinsenedir var hala da var.

Şu sıralar aklıma hep eski bene gidiyor, 23 yasında İstanbul'a taşınmış olan bene. Seviyorum o kızı, bundan daha çok aklına geleni yapar ve söylerdi, şimdi o kız içten içe nüksediyor, bir dürütüyor. Bana htırlatmalarda bulunuyor.

İçinden gelen dışında bir lüksün yok. Kendin gibi takılmak dışında da. Kalakalacak kadar duygu sakatı olmadıysan elbet. Geçenlerde bir kız birşey anlattı. Bir düğüne gittim ve çarpıldım dedi, bende aa ne güzel, bir aşk hikayesi dedim.
Meğersem motor çarpmış, kelime anlamı ile eksik ama olsun çarpılmayı kullanmış, kaşım patladı ve tüm vucudum morardı dedi, bu aklıma şunu getirdi.
Bir erkeğe çarpıldığımızda içimize, ruhumuza neler oluyor acaba? Hele ki sağlam bir duvar ise, sende bire takıp son hız ona dogru giderken çarptıysan, içindeki morluklar ne sürede geçiyor, geçmeyenler şu sıralar bana oldugu gibi nüksediyor?
Geri dönüyor. Gulyabani misali, var ama yok, yok ama var.

Ölüm iyiliği denen şey bu konularda da geçerli mi?

Hani bir hasta çok hasta iken bile, ölümüne bir iki gün kala iyileşir, hayat dolar? Sonra küt! Son günlerinde ne kadar da iyiydi diye bahsedilir arkasından.

Belki de aklımdan çıkmak üzeresindir ve o nedenle bu derece net ve tazeleştin!

İki iyilikten birisi.

Bahanem yok, görmek için bahane uydurasım da!
Özledim.

19 Şubat 2012 Pazar

Belki herkes aslında bir bahane arıyor...

my dream

Kış 2007
O sabah belki de şunlar oldu...

İçinde semaveri olan bir taksi durağı düşünün. Camlar buhar olmuş, içerisi sıcak poğaça kokuyor. Durakta sıtkı sıyrılmış 4 şöför sohbet ediyor. Ağızlarında lokmaları döndürürken biri memlekete dönmeli diyor. Diğeri ege diyor, akdeniz diyor. Berisi gitmiş akrabalarını anlatıyor.

Sıtkı sıyrılmış 4 adam gitmek için bir bahane arıyor. Birbirlerine bahaneler yaratmaya çalışıyorlar. Önden bir coşuyorlar sonra gerçeklerle törpülüyorlar hayallerini. Bir müşteri geliyor. Geride kalan 3 adam devam ediyor bahane aramaya. Çaylar karıştırılıyor, sigaralar tüttürülüyor, küfürler ediliyor.

Düşünün, "Çıkıp dolaşayım, yoldan müşteri alırım" diyor bi tanesi. Sıkılmış. Çayı yarım kalıyor, küllüğe bastığı sigarası tütüyor ardından. Gitmek istedikçe şehrin ayağına prangalandığını hissediyor. Çocuk okuyor daha nasıl gidilir. Ege, akdeniz diye çok yukardan konuşuyorum diye düşünüyor. Trafikte hey hey...

Tutun ki ilk binen müşteri de konuya "bu şehirde yaşanmaz" diye giriyor. Aynı muhabbet gark ediyor takside. Sohbet Beşiktaş'a geldiklerinde "herşeyim burada, ailem, işim gücüm... emekliliğe artık." diye bitiyor. İki kuruş parasını alıp yola koyuluyor yine. Trafiğin sıkışıklığını düşünün. Kornalar çalıyor. Hava soğuk. Elini kaldıran iki kişinin ağzından buhar çıkıyor. Duruyor önlerinde. Kadın arkaya oturuyor. Düşünün ki azcık kilolu. Oflaya poflaya biniyor taksiye. Nefes nefese "allah razı olsun oğlum" diyor. Öne gençten biri oturuyor. Belli ki oğlu. Ağzında maske, saçları dökülmüş. Varsayın ki araba haraket te ediyor. 20 metre gittiler gitmediler "Nişantaşı" diyor genç adam.

Topağacı caddesini düşünün, dar sokakları. Milim milim ilerleyen trafiği. Nişantaşı'na çıkmayı istediğinizi. Servis minibüslerini, lüks arabaları... Ara sokaklardan caddeye burun sokanları... Günün her saati aynı keşmekeş aynı sıkışıklık.

Taksiyi durduruyor şöför. "O trafiğe giremem" diyor. Yüzü asılan adama "kusura bakmayın!" gibi bakıyor. Müşterilerinin ne dediğini duymuyor bile. Kadın, oğlunun tedaviye gitmesi gerektiğini açıklamaya çalışıyor. Bizimkisi "Her koyun kendi bacağından asılır" diyor düşünmeden. Çocuk sinirle inip kapıyı çarpıyor küfürler arasında. Kadın oğlunu yatıştırmaya çalışıyor. Taksi hareket ediyor. Gitmeli diyor bu şehirden. Herkes delirdi diye düşünüyor... Şöför.

O sabah belki de birkaç müşteriyi daha geri çevirdi. Gidilecek mesafeleri beğenmedi, ters buldu ya da yoğunluğu bahane etti. Her geri çevirdiği müşteri için belki de lanetlendi. Şehir daha da ağırlaştı ayak bileğinde.

Bana da, gitmek için bir bahane verdiğinin, farkında olduğunu sanmıyorum. Annem sakinleşmemi isterken karar vermiştim. Bu şehirde yaşamayacaktım...

Coka

7 Mayıs 2011 Cumartesi

S*ktir et!

Elif Şafak bugün Aristonun bir sözünü yazmış.
"Felsefe, siyaset, şiir ve sanat dallarında ilerleme kaydetmiş insanların hepsinin hüzüne(melankoli) eğilimi vardır."

 Ben filozof, düşünür veya sanatçı değilim ama düşünüyorum ve düşündükçe melankoli ister istemez sigaranın yanındaki kahve gibi eşlik ediyor bana. Sonra düşünüyorum hayatı böyle enine boyuna analiz etmeyen, sadece yaşamak için gerekli planlar yapıp, hayatı kolaylaştırmaya çalışan tanıdığım insanları ki; sayıları çok fazla değil: Onların genelde neşeli, hayatla dalga geçen ve çok büyük acılar olmadığı sürece, dertleri s*ktir eden insanlar olduklarını fark ediyorum.

Şimdi kim daha doğruyu yapıyor?
Bak bunu bile düşünmeye konu ediyorum. Bu durumda kendimi değiştirmem mümkün değil diye bir de çıkarım yapıyorum.

Gel gör ki; cevabı bulamıyorum. Herkes, o hayatı s*ktir edenlerden olsaydı; gördüğümüz ve büyülendiğimiz sanat eserlerini göremez, insanı anlamak için yıllarca kafa patlatılmış teorileri okuyup düşünemez, içinde kaybolup gittiğimiz ve döndüğümüzde artık başka insanlar olduğumuz romanları okuyamazdık.
Bunun yerine, ekmek, su, para, gülme, kahkaha eşliğinde yaşayan insanlar grubu mu olurduk? Bir resimle, fotoğrafla büyülenmek o kadar da önemli değil mi? Toplumların, kültürlerin alt yazılarını okumak ve anlamaya çalışmak olmasa da olur mu?

Cevap yok aslında. Çünkü konumuz insan. Yetinmeyi bilmeyen insan.
Kimisi elindeki para ile yetinmezken kimisi ürettiği eserle, düşündüğü ve bulduğu fikirlerle yetinmiyor.
İlk insan bile kendini korumak ve sıcak et yemek için ateşi buluyor. O yetinmiş olsaydı kendi haliyle; şimdi zaten bunları konuşuyor olmazdık.

Hayatı nasıl yaşayacağın bir seçimdir. Kimisi ya doğasından gelen bir dürtüyle ya da yetiştirilme tarzıyla daha çok düşünmek, yaratmak için yaşıyor. Kimisi, üretmek, beslenmek, hayatı zorlaştırmadan yaşamak için.

Biri iyi diğeri kötü demek sanırım yanlış olacak.
Ben de evrenin ve insanın sırrını bulacak değilim burada.

Onun için s*ktir et!

5 Mayıs 2011 Perşembe

s*ktir et!

böyle bir kitap var, neden yazı olmasın.
herseyin ne de ciddi olması gerektiği bir dünyaymış bu böyle.

işler mi yolunda değil, s*ktir et.
insanlar dürüst mü değil, s*ktir et.
havalar mı soguk, s*ktir et.
annen mi kızdı, s*ktir et.
sen derindeyken dünya yüzeyde mi, s*ktir et.

bundan güzel etiket mi bulucan?
bulamazsın, o zaman da s*ktir et.

ne olursan ol ve s*ktir et.